Gözlerini yavaş
yavaş açtığında nerede olduğunu anlayamadı önce. Karman çorman sesler ve
görüntüler durulunca bir hastane odasında olduğunu fark etti. Burada ne
arıyordu, başına ne gelmişti hiç bilmiyordu. Doğrulmak istedi ama sağından
solundan çıkan kablolar izin vermedi. O sırada bir hemşire geldi yanına.
- Ah, kendinize
geldiniz demek.. Lütfen kıpırdamayın, hemen doktora haber verelim. Lerzan
Hanım, ağrınız, bulantınız var mı?
- Yok.
-Baş dönmesi?
- Hayır ama...
- Ama?
- Hiç bir şey
hatırlamıyorum.
- Buraya nasıl
geldiğinizi mi? Evinizde merdivenden yuvarlanmışsınız, hatırlamıyor musunuz?
- Daha da kötü.
Evimi de hatırlamıyorum...
- Doktorumuz
şimdi gelmek üzere. Hiç merak etmeyin emin ellerdesiniz..
Yanına gelen
doktorun güven verici bir görünümü vardı gerçekten de. Güven verici görünümü
hatırlıyorum ama kendimi hatırlamıyorum, ne tuhaf diye geçirdi aklından.
- Merhaba Lerzan
Hanım, ben doktorunuz Veysel. Nasıl hissediyorsunuz kendinizi ?
- Boşlukta gibi,
hiçbir şey hatırlayamıyorum.
- Tamam, bir bakalım
size..
Elindeki
değerlere göz atan doktor, bir yandan onu muayene edip bir yandan da anlatmaya
başladı.
- Bugün öğleden
sonra getirdiler sizi. Yanınızdaki evde oturan Sarp Bey gürültü duyup
baktığında kapınız açıkmış, siz de yerde yatıyormuşsunuz. Hemen ambülansı
aramış. Sanırım düşme sırasında başınızı çarpmışsınız. Şansınıza nöbette ben
vardım, beyin cerrahıyım, hemen ilk müdahaleyi yaptık. Tetkiklerde hafif travma
dışında bir bulguya rastlanmadı. Hafıza kaybına yol açacak bir şey gözükmüyor.
Sizi bir müddet izlemeye alalım. Geçici bir şey olduğunu düşünüyorum.
Refleksler ve değerler de iyi..
- İsmim bile
tanıdık gelmiyor, kim olduğum hakkında hiçbir fikrim yok..
- Bildiğim
kadarıyla buraya altı yedi ay önce tayininiz nedeniyle taşınmışsınız. Edebiyat
öğretmeniymişsiniz. Şimdi size rahatlatıcı bir iğne yapalım, güzel bir uyku
sonrası sabaha yeniden değerlendiririz durumunuzu. Bu arada akrabalarınız ve
arkadaşlarınızla da konuşursunuz. Ama bu gece değil. Dinlenelim önce.
...................
Doktor ona
gülümseyerek odadan çıktıktan sonra yalnız kalınca, nefes alamayacakmış gibi
geldi bir an. O kadar çaresiz ve sıkışmış hissediyordu ki. Nasıl olabilmişti
bu. Benim başıma nasıl geldi böyle bir şey diye düşünürken acıyla
"benim" dediği kişi ile ilgili hiçbir şey bilmediğini hatırlattı
kendine. Kimdi bu "ben" ?
Neyse hemşire
iğne yaptı o sırada da üzerine gelen rahatlıkla uykuya daldı yeniden.
Sabah gözünü
açtığında hâlâ büyük boşluk tarafından yutulmuş olduğunu anladı üzüntüyle.
Tahliller yapılıyor. Kan değerleri , tansiyon ölçülüyor, yanındaki aletten
gelen ditlemeler hayatta olduğunu söylüyordu. Ama o hayatla ilgili en ufak bir
bilgisi yoktu.
Nihayet onu
kendi haline bıraktıklarında hastaneye getirilirken çantasını da almayı akıl
eden kişiye teşekkür ederek içinde ne var ne yok diye baktı. Cep telefonunda
kayıtlı fazla bir isim yoktu. Soyadı benzerliği olan birileri, annem, babam,
aşkım falan da yazmıyordu. Düz bir ekranı, standart bir arka planı olan sıradan
bir telefondu bu. Bayağı eski olduğu belliydi.
Çantadan defter,
kalem, kolonya, güneş kremi, ruj ve ayna cıktı. Hassas tenli, yazmayı seven -
gerçi defterde yazan bir şey de yoktu ya- sade biriymişim her halde diye
geçirdi aklından. Edebiyat öğretmeni mi diye düşündü. Ne bir şiir ne kitap
hatırlıyordu. En azından öyle şeyleri hatırlamam gerekmez miydi acaba diye
mırıldandı kendi kendisine.
Pencerenin
önünde bir kuş ötmeye başladı. Kafasının içine bakmaktan dışarı göz atmamıştı
hiç. Ağaçlardan baharın gelmekte olduğunu anladı.. Doğanın yeniden doğuşu gibi
ben de bekliyorum sanki diye geçirdi aklından. Kuş ötmeye devam ediyordu
pervasızca..
O sırada içeri
giren adama "Bu kuşun adı nedir?" diye sordu.
Ona muzipçe
bakan adam
-Kendisiyle
tanışmadık, söylemedi bana ismini diye cevapladı gülümseyerek.
-Çok komik!
Cinsini soruyorum tabi ki..Hem siz kimsiniz?
- Bu daha
mantıklı bir soru oldu ama ilkini cevaplayayım önce.O bir sığırcık. Çok güzel
ötüyor değil mi? Buralarda pek sık rastlanmaz, sizin şansınıza.
- Ve siz?
- Ben Sarp.
-Beni bulan
komşum.
-Hatırlıyorsunuz?
-Hayır, Veysel
Bey söylemişti. Size teşekkür borçluyum sanırım.
-Aslında bana
değil, kedime borçlusunuz. Sizin bahçeye kaçmış olmasaydı sizi duymama imkân
yoktu. Sanırım dışarı çıkmak üzereydiniz, kapınız açıktı. Size seslendim, cevap
gelmeyince de..
Kısa bir
sessizlik oldu. Karşısındaki ufak tefek, ince yapılı, zarif görünüşlü adama
bakıp hatırlamaya çalıştı. Ama en ufak bir fikri yoktu onunla ilgili..
-Biz.. Nasıl
desem, tanışıyor muyduk? Yani arkadaş mı? Ne bileyim işte..
- Ben geçen
hafta taşınmıştım. Kedim sizin bahçenizi pek sevdiğinden bir iki kere
karşılaşmıştık.
Derin bir nefes
alan kadın kapana kısılmışlık duygusundan uzaklaşmaya çalıştı..
-Çok zor olmalı.
-Evet.. Nerede
olduğumuzu bile bilmiyorum örneğin.
-Hastanedeyiz
ya..
-Soru - cevap
konusunda pek iyi değiliz galiba diyerek ilk defa gülümsedi.. Hangi şehirdeyiz
demek istedim.
- Ah,
Balıkesir'in sahilde küçük bir kasabasındayız. Balıkesir'i biliyorsunuz değil
mi?
- Evet, o
kadarını biliyorum sanırım.
-Bakın, bu da
bir şeydir. Hepsi bir bir yerine oturacak bence.
O sırada içeri
Doktor Veysel girdi.
-Ooo misafiriniz
de varmış Lerzan Hanım. Nasılsınız bu sabah?
-Aynı dedi kadın
gözlerinde beliren yaşları zor tutarak.
-Tamam. Acele
etmeyin, zaman tanıyın kendinize biraz. Yakın akrabanız, tanıdığınız kimse
bulabildiniz mi?
-Hayır.
Yalnızmışım galiba. Telefonumdaki isimler de bana bir şey ifade etmedi.
-Haydi sizi bir
defa daha muayene edelim.
-Ben de
izninizle kalkayım. Tekrar geçmiş olsun Lerzan Hanım. Yardım edebileceğim bir
şey olursa lütfen söyleyin. Telefon numaramı da bırakayım size.
Lerzan,
karşısında duran iki adama baktı. İkisi de kendisiyle aynı yaşlarda gibi
gözüküyorlardı. Yalnız doktor diğerinin yanında uzun boylu, kilolu ve
kocaman kalıyordu.
-İncelendiklerini
fark eden Sarp sordu.
-Bir şey mi
oldu?
-Hayır hayır..
Hayatım boyunca tanımış olduğum bütün insanların bu odada olduğunu
düşünüyordum.
- Nasıl yani
diye araya girdi Veysel.
- Siz ikinizden
başka bildiğim kimse yok ya şu anda, onu demeye çalışıyorum.
-Evet evet,
tabi. Neyse Sarp Bey, siz çıkıyordunuz sanırım. Biz de Lerzan Hanım'ı tetkikler
için alalım.
...................
-Hemşire Hanım !
- Hemşire
Hanımın bir ismi yok mu?
- Efendim?
- Hemşire hanım,
müdire hanım, memur bey diye hitapları sevmem de pek,ismi yok mu hemşire
hanımın?
- Kendinizden
haberiniz yok ama hemşire hanım denmesini sevmiyorsunuz demek, ilginç. Sürekli
nöbet değiştiğinden içeride kim var bilmiyorum, o yüzden böyle çağırıyorum.
Mantıklı bir açıklama oldu mu?
-Sinirli
birisiniz her halde siz.
- Ha ha ha, asıl
ben sizin öyle olduğunuzu düşünüyordum.
-Buna verecek
bir cevabım yok doğrusu. Şu anda içinde bulunduğum ruh halinde sinirden
zıplamak üzere olduğum bir gerçek ama.
-Haydi üzmeyin
kendinizi, bir sorun varsa bulacağız.
Üçü birlikte
diğer bir kata giderken hastaneyi inceledi Lerzan.
-Bir şey sormak
istiyorum.
-Tabi buyrun.
- Küçük bir
sahil kasabasındaymışız.
-Evet.
-Bu hastane
kocaman ve modern.
-Aaa, hastanemiz
öyledir diye cevapladı hemşire. Buralı bir ailenin oğlu yıllarca yurt dışında
adını bilmediğim bir üniversite hastanesinde doktorluk ve hocalık yapmış.
Emeklilik zamanı yaklaştığında kendi kasabasında böyle bir tesis açmaya karar
vermiş.
-Delilik gibi
geldi bana.
-Evet öyleymiş
ihtimal ama gün geçtikçe büyüyor burası.
- Peki ben nasıl
özel bir hastanede kalıyorum.
-Açıkçası acil
diye hemen buraya getirildiniz. Sonra özel sigortalı olduğunuz ortaya çıkınca.
-Özel sigortam
mı varmış? Devlet lisesinde öğretmenim sanıyordum..
-Bilemeyeceğim
artık o kadarını.
Bir hafta
geçmişti hastanede ama belirsizlik ve boşluk hissi geçmemişti. Ne tuhaf diye
düşündü, sanki her şeyi unutursak mutlu oluruz gibi gelir insana ama bu tam
tersine çok sinir bozucu bir durum.
Telefonundaki
numaralar bir bir arayıp geçmiş olsun demişlerdi. Çoğu buradaki okuldan
tanıdıkları ve komşularıydı. Sanki bu kasabaya gelmeden önce kimse yokmuş
hayatımda, nasıl bir insanmışım ben diye mırıldandı.
Ertesi sabah
taburcu ediliyordu. Bütün taramalar temiz çıkmıştı, bilim sağlıklısın diyordu.
Doktorlar her şeyin yavaş yavaş yerine oturacağını düşünüyorlardı. Ya
oturmazsa? Ya oturmazsa ne yapacağım? Evimi, işimi, kimseyi bilmiyorum.
Öğretmenlik yapabilir miyim? Ya da nasıl yaparım? Onu da bilmiyorum. Kendimi de
bilmiyorum. Ne severim, ne dinlerim, kitap mı okurum, film mi izlerim?
Göz yaşlarını
tutamadı artık. Doktor Veysel içeri girdiğinde onu ağlarken buldu. Sessizce
akıyordu göz yaşları..
- Aa ,Lerzan
Hanım, yapmayın, size hiç yakışmıyor bu.
-Bana neyin
yakışıp neyin yakışmadığını bile bilmiyoruz doktor, onu bile bilmiyoruz..
-Bakın her şey
yoluna girer.
Nefret etmişti
bu sözden artık..
-Evinize
gittiğinizde orada bulacaksınızdır çoğu şeyi.
Eve dönmek bile
zor geliyordu ona şu anda. Dünya üzerine bildiği yegâne yer bu hastane
odasıydı. Şimdi buradan ayrılıp yabancı bir ortama girecek olması içine sıkıntı
basmasına sebep oluyordu.
Sonsuza dek
burada saklanamazsın ya diye söylendi kendisine. Ya da daha doğrusu kendisinden
saklanan hayatının dönmesini bekleyemezsin ya, gidip araman gerek..
...................
Ertesi sabah
nasıl gideceğini düşünürken kapısı çaldı.
-Veysel Bey beni
aradı Lerzan Hanım. Hem çıkışınıza yardım edeyim hem de sizi evinize götüreyim
dedim.
Yine gözlerine
yaş dolunca sinirlendi kendisine Lerzan. Kendisini bir an evvel toplaması
gerekiyordu. Derin bir nefes alıp başını dikleştirdi.
-Teşekkür ederim
Sarp Bey. Buna gerçekten çok minnettar kalırım.
-Ne demek..
Sizinle duracak akrabanız, arkadaşınız bulunamadı mı daha?
-Kendimi bir
bitki gibi hissetmeye başladım ben de.. Nedense yalnız birisiymişim gibi
gelmiyordu ama.. Neyse, evde bir fikir edinebilirim her halde.
- Kesinlikle..
Çıkalım mı artık?
-Olur.
Evinin kapısında
ayrıldı ondan. Doğrusu içeri davet etmesi gerekir diye korkmuştu biraz. Yabancı
birisinin evine birisini davet etmek gibi gelmişti. Neyse ki anlayışlı adam
ayrılmıştı bir şeye ihtiyaç olursa aramasını söyleyerek..
Kapıyı açıp
içeri girdiğinde sanki bir anda her şeyi hatırlayabileceğini umut ediyordu ama
evdeki eşyalar kendisine bir şey ifade etmedi.Zaten çok uzun süredir
kalmıyormuşum diye düşündü. Eşyaların eskiliğine bakılırsa onlar da benden çok
eve ait gibi duruyorlar.
Odaları hızlıca
dolaştı. Hayatı ile ilgili bir ipucu elde etmek için bakındı.
Alt katta bir
oda ve mutfak vardı. Üst katta da üç küçük oda ve banyo. Evde kitaplık, müzik
cdleri falan bulunmaması garip geldi. Hele ki bir edebiyat öğretmeni ise.
Sadece odalardan birisinde sözlükler, imlâ kılavuzu, edebiyat dergileri olan
bir masaya rastlamasa, yoktan var olduğuna karar verecekti. Masanın üzerindeki
dergileri karıştırdı, içlerinde kendisine ait bir şeyler bulurum umuduyla
sayfaların arasına baktı. Çekmecelerde okunmuş sınav kâğıtları dışında hiçbir
şey göremeyince inanamadı. Kimisini çıkartıp arkalarına bakmaya bile çalıştı..
Yeniden aşağı
indi. Ne pencerenin önündeki harika sediri, ne camdan giren güneş ışığında
parlayan çiçeklerin rengini görüyordu. Televizyonun olduğu dolabın raflarında
bir şey var mı diye aradı. Bir kaç biblo ve bir dizi ansiklopedi dışında boş
olduğundan işi pek uzun sürmedi. Telefonun olduğu konsolda rehber görünce çok
sevindi. Fakat kısa sürede o rehberin de kendisine ait olmadığını hissetti.
Bir saat sonra
kapının karşısında, düştüğü merdiven basamaklarında otururken paniğe kapılmamak
için son gücünü kullanıyordu. Tamam kızım, bilgisayar oyunundasın, can hakların
bitti oyunun başına atıldın.. Sakin ol, sakin ol...
Kapı
çalındığında ne zamandır orada oturduğunu bilmiyordu.Yavaşça kalkıp kapıyı
açtı..
...................
Lerzan, hayatım,
kapını kilitlememelisin bence. Zaten burada hiç kapatmayız ki biz. Hem ne olur
ne olmaz, hastaneden yeni döndün, tek başınasın. Bak hayatını açık kapı
kurtardı bir kere..
Tanımadığı yüze
bakıp kimsiniz demesine fırsat bulamadan elindeki tencereyle birlikte mutfağa
doğru ilerledi kadın.
-Hastaneye de
geldim ama ziyaret saati değilmiş. Bir daha da fırsat bulamadım. Oğlanları
bilirsin. Sana sevdiğin çorbadan pişirdim. Biraz da pilavla salata var. Aç
mısın? Sıcak bunlar hemen otur ye istersen.
Karşı taraftaki
sessizliği nihayet fark eden kadın dönüp ona baktı.
- Ah, ne kadar
aptalım. Ben Mine, yan komşun. Birbirimize kahve içmeye uğrarız arada. Yani ben
sana uğruyorum daha çok evden kaçmak için.
-Beni tanıyor
musunuz? Yani özel hayatım hakkında bir şeyler biliyor musunuz?
-Çok değil. Bir tek
eski eşin olduğunu biliyorum. Taner miydi. Ben yanındayken aramıştı da oradan
aklımda kalmış. Sanırım yeni boşandınız. Akraban var mı bilmiyorum. Evine
kimsenin geldiğini görmedim.
Bu arada sofrayı
hazırlayıp yemekleri koymuştu. Mutfaktaki rahat hareketlerinden oraya yabancı
olmadığı belliydi.
-Bu eşyalar
benim değil her halde?
-Yok, Saniye
Teyze eşyalı kiraladı sana. Eşinden ayrılınca tayin istemişsin. Eşyalar onda
kaldı herhalde.
-Her halde öyle
olmuş.
-Haydi gel otur.
Tıpkı filmlerdeki gibi oldu valla. Ama orada hep hafızaları geri gelir.
-Umarım.
-Bak ne
diyeceğim. Yarın seninle dışarı çıkarız. Etrafı öğretirim sana yeniden, okulu
falan görürsün. Zaten küçücük bir yer ya, hemen öğrenilir merak etme.
-Çok iyi olur
teşekkür ederim. Yemek için de ayrıca teşekkür ederim.
-Aaa, ne demek,
şimdi gideyim ben. Yollara düşecek oğlanlar birazdan. Yarın görüşürüz.
Yediği yemek ve
öğrendiği bir iki şey biraz daha iyi hissetmesini sağlamıştı. Hani değişik bir
şehirde otele gidersin de ilk gece bir sıkıntı çöker yüreğine gezmeye bile
gitmiş olsan diye geçirdi aklından. Ama bir iki güne kalmaz alışır, benimsersin
orayı. Bu en zor gece, yarın daha iyi olacak.
Otel odalarında
çok mu kaldım acaba diye düşündü hemen akabinde. Beyin nasıl bir işleyişe
sahipti ki bazı şeyler tamamıyla kaybolurken bazıları sabit durabiliyordu.
Umarım kendimi de kaybetmemişimdir diye mırıldandı. Beni ben yapan şeyleri
unutmuş olmam benim ben olmamı engeller mi ki?
Bir anda çok
yorgun hissetti kendisini. Eşini, eski eşinin aramak için numarası telefonunda
var mı diye bakmak bile zor geldi. Uyusa, bu her şeyin yabancısı olduğu
dünyadan biraz uzaklaşsa iyi gelecekmiş gibi hemen yatağa gitmek istedi..
Bu gece en zor
gece, yarın daha iyi olacak diye tekrarlayarak çıktı merdivenleri...
...................
Sabah pencereden
giren gün ışığıyla uyandı. Kuşlar onun ruh haline aldırış etmeden
cıvıldıyorlardı.
-Tamam Lerzan,
mızıldanıp durmanın bir alemi yok. Derin bir nefes al ve kalk yataktan. Hem
bugün yeni bir yer keşfedeceksin. Hem zaten şu sıralar senin için her yer yeni
bir yer gibi olacak. Heyecanlan falan işte. Senin yaşındaki bir kadın için
bulunmaz bir fırsat.
Aynanın
karşısına geçip uzun uzun yüzünü inceledi. Elli yaşında olduğu pek de belli
olmuyor gibiydi. Belki de şaşkın ve meraklı bakan gözlerim yüzündendir diye
düşündü.
Dolabını açtı,
kıyafetleri arasından ne giyeceğini seçmeye çalıştı. Etekler, gömlekler,
fularlar.. Pek şık bir hanımmışım anlaşılan diye mırıldandı. Kendisine rahat
bir pantolon ve bulüz seçti. Saçlarını atkuyruğu yapıp kahvaltıya inerken biraz
daha iyi hissediyordu.
Mine ve sonu
gelmez konuşmaları eşliğinde geçen bir günün sonunda içinde yaşadığı kasaba ve
insanlar hakkında geniş bir bilgi sahibi olmuştu. Bakkal, kasap, kırtasiye,
market. Kendisine hiçbir şey ifade etmemişlerdi ama ilk defa geldiğin bir yer
olduğunu düşün diyerek moralini düzgün tutmaya çalışmıştı. Kendisine selâm
veren ve konuşan herkesle de tanışmıştı yeniden.
Akşam ev
döndüğünde kapısının önünde duran kediyi sevdi uzun uzun.. Kafasını
kaldırdığında kendisine şaşkınlıkla bakan Sarp'la karşılaştı.
-Merhaba.
-Merhaba Lerzan
Hanım, iyi gördüm sizi bugün.
-Yorgunum biraz
ama toparlanmaya çalışıyorum. Bu sizin kediniz miydi?
-Evet, Zıpır.
Bahçenizde kedi otu falan mı var anlamadım ki ,sürekli bu tarafa atıyor
kendisini, kusura bakmayın lütfen.
-Önemli değil ,
anlaştık biz onunla.
-Evet
şaşkınlıkla görüyorum.
-Şaşkınlıkla?
-Eeee, bu
ziyaretlerden daha önce pek memnun olduğunuzu söyleyemeyeceğim.
-Gerçekten mi?
Elinin altındaki
sevimli tekir kediye baktı inanamayarak.
-Ama bu çok
şeker bir şey.
-Bunu duyduğuma
çok sevindim doğrusu, rahatladım biraz.
-Kedi
sevmiyormuşum demek. Allah Allah. Kedilerle ilgili kötü bir anım falan mı vardı
acaba. Ben onu unutunca..
-Çok mantıklı
geldi söylediğiniz. Öyle olmalı.
-Neyse, ben
artık gidip biraz dinlenmeliyim. Çok yorucu bir gün oldu.
-Tabi, tabi..
Zıpır, gel buraya bakayım. İyi akşamlar.
-İyi akşamlar.
...................
Eve girdikten
sonra cep telefonunda bulduğu eşinin numarasını çevirdi bir kez daha. Sabah da
aramıştı ama cevaplamamıştı kimse. Uzun çalmalar sonunda bir bayan açtı.
-Siren AŞ buyurun.
-Alo, iyi
akşamlar. Taner Bey ile görüşmek isterdim.
İçinden umarım
hangi Taner Bey olduğunu sormaz diye dua ederek bekledi.
-Taner Bey şu
anda burada değil. Bir yazı dizisi hazırlamak için Afrika'ya gitti. Dört beş
aydan önce de dönmeyecek.
-Kendisine
ulaşabileceğim bir numara yok mu acaba? Ben Lerzan, eski eşiyim, onunla
konuşmam gerekiyor.
-Lerzan Hanım,
biz ona ulaşmıyoruz, o bizimle iletişim kuruyor. O da çok gerekli olursa. Ancak
kendisi ararsa notunuzu iletebilirim ama zaman konusunda söyleyebileceğim bir
şey yok.
-Bu devirde
iletişim kuramamak mümkün mü hâlâ?
-Kendi tercihi,
hazırlayacağı yazı için tamamıyla gittiği yerle bütünleşir biliyorsunuz.
Keşke bilseydim
diye düşündü çaresizce.
-Peki.. Eğer
haber alırsanız, beni aramasını söyler misiniz lütfen, çok önemli.
-Tabi, notumu
aldım.
-Teşekkürler.
-İyi akşamlar
efendim.
Bir duvar daha
diye söylendi. Nereye dönse bir duvar beliriyordu sanki önünde.
-Sanki geçmişimi
tamamıyla kaybetmem için düzen kurulmuş bana. Afrika ha! Bir tane normal bir
şey yok muymuş benim hayatımda!
Sabah
uyandığında kendisini koltukta buldu. Gece televizyonun karşısında,
başkalarınınkini izleyerek hayatını unutmaya çalışmış, sonunda orada
uyuyakalmıştı.
Saat henüz
yediye geliyor, günün ilk ışıkları yükseliyordu. Evden çıkıp sahilde yürümek
istedi birden. Zayıf ve sağlıklı halinden yürüyüş yapan bir insan olduğu
sonucuna varmıştı zaten. Gerçi dolapta eşofman ararken geçirdiği uzun süre
sonunda bu konuda şüpheleri oluştuysa da sonunda bir şeyler bulup dışarı çıktı.
Günün ilk
saatlerinin huzuru ve ümidi sinmişti etrafa. Kuşların cıvıltıları insanın
yüreğine yaşama sevinci vermek içindi sanki. Havada toprak ve sabah kokusu..Ve
ona karışan bahar..
Dallardaki ışık
oyunlarını seyrederek yavaş adımlarla deniz tarafına doğru yöneldi. On beş
dakika sonra sahildeki kayalara oturmuş dalgaları izliyordu. Büyülenmişçesine
kaldı orada bir süre..
-Lerzan Hanım,
siz misiniz? Günaydın.
...................
Başını
kaldırdığında eşofmanlarıyla sabah yürüyüşünü yapan bir adamla karşılaştı.
-Günaydın.
Kusura bakmayın...
-Yok yok.. Ben
okuldan, matematik öğretmeni Metin. Geçmiş olsun, başınıza geleni duyduk, çok
üzüldük.
-Teşekkür
ederim. Hayatta ne olacağı hiç belli olmuyor işte.
-Haklısınız.
Yürüyüşe mi çıktınız? Beraber yürüyelim isterseniz.
-Ah, sizi
yavaşlatmayayım, henüz yeni geldim.
-Yok,yok ben de
son bir yavaş tur atacağım zaten. Sonrasında okula gitmem gerek malum.
-Tamam o zaman.
Yürüyüş yapar mıydım onu da bilmiyorum ya, sabah iyi fikir gibi geldi.
-Doğrusu size
burada hiç rastlamadım .
-Deniz ve sahil
o kadar güzel ki gelmemiş olmam ilginç.
-Belki farklı
saatlerde gelmiş, karşılaşmamışızdır.
-Belki.
-Zaten havalar
da yeni yeni ısınıyor. Okula gelecek misiniz?
-Bir uğramayı
düşünüyorum. Bugün ya da yarın. Hem eşyalarımı alayım hem de raporumu teslim
edeyim.
-Doktorlar ne
diyorlar?
-Fiziksel olarak
sağlıklı olduğumu ama çok can sıkıcı bir durum.Kaybolmuş gibiyim.
- Çok eski bir
filmden bir replik geldi aklıma şimdi. "Bazen kendini bulman için
kaybetmen gerekir " diyordu. Kim bilir, belki de bir şanstır bu.
-Güzel bir
sözmüş. Şans mı değil mi bilemiyorum şu anda, zaman gösterecek bakalım..
Filmlerden söz
ederek geçen kısa bir yürüyüşün ardından evine onu bırakan adam okula
geldiğinizde size izlenmesi gereken filmler listesi vereyim, kısa sürede bu
eksiğinizi kapatmalıyız diyerek ayrıldı.
Onun ardından
bakarken izlenmesi gereken filmler, okunması gereken kitaplar, dinlenmesi
gereken müzikler, oldukça uzun bir listeye ihtiyacım var benim diye düşündü..
Yine de içeri girerken yürüyüşün verdiği bir ferahlık vardı içinde..
Eve girdikten
on- on beş dakika sonra elinde fırından çıkmış çıtır simitlerle Mine geldi.
-Günaydın..
Simit, domates, peynir getirdim. Çay demleyip, kahvaltı yaparız diye düşündüm..
-İyi
düşünmüşsünüz. Simit kokusu karnımı acıktırdı şimdiden.
-Bu sabah
yürüyüşe çıkarken gördüm seni. Ne iyi yapmışsın. Metin Bey miydi yanındaki?
İçinden,
gözünden de hiçbir şey kaçmıyor diye geçirirken cevapladı.
-Evet, sahilde
karşılaştık. İyi bir beye benziyor.
-İyidir..
Öğrencileri de çok severler onu.
-Beni de sever
miydi acaba öğrencilerim?
-Seviyordur
tabi. Yeni geldiğinden pek tanımıyor olabilirler de.
-Nedense
sevilmiyor olabilirim gibi bir hisse kapıldım.
-Yok canım,
nereden çıkarttın onu. Çay demlendi , sofra da hazır. Haydi gel.
-Sanırım alış
verişe çıkmam gerekiyor. Sizin getirdiklerinizle yaşıyorum geldiğimden beri.
- Bugün pazarı
var buranın gitmek ister misin diyecektim ben de. Yılın bu zamanında tam bir ot
şenliği olur.
-Otları
bildiğimden emin değilim
-Gösteririm ben
sana.
Sürekli konuşan,
dedikoduya meyilli bu kadından başka zaman olsa kaçacak delik arardım her halde
ama şu anda çok iyi geliyor diye geçirdi aklından. Tabi kim bilir etrafa da
benimle ilgili neler anlatıyordur. Zavallıcık, çok zor durumda, hiç kimsesi de
yok dediğini duyar gibi oldu bir an. Omuzunu silkti. Öyleyim de gerçekten, ne
yapalım...
-Fakat önce bankaya
gitmem gerekiyor. Neyim var neyim yok öğrenmeliyim.
-Tabi tabi,
maaşın da yatmıştır zaten.
-Öyledir evet.
...................
Bir kaç saat
sonra cüzdanında bulduğu yegâne banka kartının peşinden o bankaya gitmişti. Atm
den para çekmek için giriş yaptığında gördüğü bakiye umduğunun o kadar
ötesindeydi ki şubeye giderek bilgi almak istedi. Neyse ki Mine onunla gelmek
yerine yan taraftaki ayakkabı mağazasına girmişti. Tek başına olmak daha
iyiydi.
-Merhaba
-Buyrun, nasıl
yardımcı olabilirim?
-Hesabımla
ilgili bilgi almak istiyordum. Beni tanıyan birisi olursa daha da yardımcı
olabilir sanıyorum.
-Bakalım sizinle
ilgili işlemleri kim yapıyormuş Lerzan Hanım.
...
Hale Hanım, üst
katta , sağdaki ilk oda.
-Teşekkür
ederim.
Odaya gittiğinde
Hale Hanım'ın kendisini şahsen de tanıdığını görerek mutlu oldu.
-Lerzan Hanım,
merhaba. Bir sorun yoktur umarım.
-Hayır hayır.
Daha doğrusu hem evet hem hayır.
Başına gelenleri
ona anlattıktan sonra hesabıyla ilgili dökümleri istedi.
-Burada ilk
hesap açtırdığınızda yatırdığınız para kafanızı karıştırdı sanırım.
-Yüklüce bir
meblağ.
-Evet.
-Nereden
geldiğini biliyor musunuz?
-Üzgünüm. Nakit
olarak yatırdınız, konusu geçmedi nereden geldiğiyle ilgili.
-Hay Allah.
Peki, teşekkür ederim. Neyse, en azından geçim derdine düşmeme gerek yok henüz.
-Umarım kısa
sürede iyileşirsiniz.
-Teşekkür
ederim. İyi günler.
Akşam
alışverişten dönerken Sarp Bey'in bahçesinden yükselen duman ve kokuları fark
etti. O da kendisini görmüştü.
-İyi akşamlar
Lerzan Hanım.
-İyi akşamlar.
-Bu akşam biraz
mangal keyfi yapmak istedim. Buyurmaz mıydınız?
-Teşekkür
ederim, rahatsızlık vermeyeyim.
-Ne rahatsizlığı
canım. Havayı güzel bulunca bahçenin tadını çıkartayım dedim. Lütfen buyurun,
tek başına olmuyor zaten.
- Doğrusu karnım
da acıkmış. Elimdekileri bırakıp geleyim.
Eve gidip
aldıklarını yerleştirdi. Daha doğrusu bütün torbaları boş buzdolabının içine
çabucak koydu. Üzerini değiştirmeyi düşündü ama vazgeçti. Elini yüzünü yıkayıp
çıktı.
...................
...................
- Ne iyi oldu
geldiğiniz Lerzan Hanım. Bu bahçeyi ilk gördüğümden beri mangal hayalindeydim.
Sizin gibi hoş bir hanımın gelmesiyle de hayallerimin ötesine geçmiş oldum
doğrusu.
Sözlerinden
hoşlanıp hoşlanmadığından emin olamadan gülümsedi Lerzan.
-Teşekkür
ederim.
-Nasılsınız?
Sizin tarafta sürekli bir hareket var sanki.
-Her şeyi
yeniden öğrenmek gerekince öyle oldu sanırım.
-Herhangi bir
gelişme var mı?
-Hafızamda yok.
Elimdeki ip uçlarıyla hayatımı keşfetmeye çalışıyorum. Fakat bulduklarım pek
yabancı geliyor.
-Peki ya
uyurken, rüyalarınızda falan?
-Efendim?
Rüyalar mı?
- Evet, hani
bilinç altına açılan kapı deniliyor ya.
-Doğrusu pek
dikkat etmedim.
-Hiç görmemiş
olamazsınız.
-Düşününce şimdi
fark ettim rüyalarım da sadece yeni öğrendiklerimden ibaret sanırım. Tanıştığım
kişiler, gördüğüm yerler.
-Sıkıntılı mı
huzurlu mu?
-Nereden geldi aklınıza bu konu?
-Ah, yıllarca
psikologluk yapmış birisinin bitmek tükenmek bilmeyen sorularıyla sıkmadım sizi
umarım.
-Psikolog ha?
-Emrinize amade.
-Teşekkür ederim
ama hipnoz falan yapıp kayıp kısımlar ortaya çıkartmadığınız sürece şimdilik
psikologla bir işim olduğunu sanmıyorum. Ona anlatacak hikâyem bile yok.
-Ah, anlatacak
hikâye her zaman vardır.
-Sizinkisi ne
peki?
-Hımm ustaca bir
manevra oldu bu. Şarap istemediğinize emin misiniz?
-Tadına baktım
ama pek hoşuma gitmedi, teşekkür ederim. Su alırım sadece.
-Tabağınızı
uzatın, yeni pişenlerden vereyim.
-Bak onu alırım.
Hep böyle yer miydim diye merak etmiyor değilim. İştahım pek açık.
Derken gülmeye
başladı
-Ha ha ha, meğer
vejeteryan falan mışım, çok komik olurdu değil mi?
-Bakın o
gerçekten komik olurdu.
-Neyse yine
kendimi araştırmaya başlamadan sizin hikâyenize gelelim.
-Çok uzun bir
hikâye değil aslına bakarsanız. Son beş yıla kadar kendisini işine adamış
müzmin bir bekârken hayatımın kadınıyla karşılaştım. Zeki, çekici ve harika bir
kadındı. Başından zorlu bir evlilik geçmiş. Eşi tanınmış ve başarılı bir iş
adamı. Ona aşık, evinden işine işinden evine giden birisi. İdeal eş ama
kıskançlıklarıyla senelerce onu yemiş bitirmiş. Hayatında kendisinden başka
hiçbir şey olsun istemiyormuş. İşi, arkadaşları, hatta akrabaları, hobileri..
Çok mu detaylı anlatıyorum, sıkılmıyorsunuz umarım?
-Hayır hayır.
Akşam sofralarına uzun hikâyeler yakışır. Devam edin lütfen.
- Neyse, işte
yirmi beş seneden sonra bu hanım nihayet bu sevginin sevgi olmadığını anlamış.
Benimle tanıştığında kendi ayakları üzerinde durmaya çalışıyordu.
- Yoksa onun
psikoloğu muydunuz?
- Hayır hayır.
Ama sanırım ilerleyen zamanlarda öyle olmaya çalıştım. İsteyerek değil ama bir
şekilde insan sıyrılamıyor kimliğinden. O da yıllarca sorulara cevap vermekten
bıktığından olsa gerek gitgide uzaklaştı benden.
-Yazık olmuş.
-Yazık oldu.
Sonunda emekli olup daha önce hiç görmediğim bu küçük yere gelerek her şeyi
geride bırakmaya karar verdim.
-Düzeltmeye
çalışmadınız mı aranızı?
-Çalıştım ama ne
vardı biliyor musunuz?
-Ne?
-O , hayatı
boyunca kıskançlıktan çekmişti. Ve ben de eski eşi onunla bu kadar vakit
geçirdiği için kıskanıyordum. Ondan bir oğlu olduğu için kıskanıyordum. Bu
nedenle hâlâ hayatımızda olmasını da. Belli belirsiz, kendimin bile fark
etmediği bir şekilde ama...
-Ama o bunu
hemen anladı herhalde.
-Evet.
-Biliyor
musunuz, şu halimle bile tek başıma olmayı kıskanç birisiyle olmaya tercih
ederim.
-Sizi sevse
,sizinle ilgilense bile mi?
-Öyle olsa bile.
Kaldı ki sevmek karşındakini bu kadar kısıtlayıp ancak belli şartlar altında
gerçekleşiyorsa pek de sağlıklı bir sevgi değil o..
Gece yatağında
uzanırken acaba benim eşim de kıskanç mıydı diye düşündü. Sarp Bey hikâyesini
anlatırken hissettiği mutsuzluk ve isyanın sebebi bu muydu ki?
...................
O gece uykusundan sıkıntıyla uyandığında komşusuna söylendi Lerzan.
...................
O gece uykusundan sıkıntıyla uyandığında komşusuna söylendi Lerzan.
-Bir tek
rüyalarımı kafama takmadığım kalmıştı, hah, tam oldu! Haydi bakalım Sarp Bey,
Veysel Bey ile karşılıklı satranç oynarken, sizi görüp yanınıza geldiğim ,
sonra da psikolojim ve fizyolojimle ilgili aralıksız sorularınızı cevaplamaya
çalışırken kan ter içinde kaldığım bu rüyadan ne çıkartacaksınız acaba ? Off !
Diyerek mutfağa
su içmeye indi. Gece gece uyku sersemi, şuralarda yeniden düşüp sağımı solumu
kırmasam bari diye geçirdi aklından. Yukarıya bir su şişesi alsam iyi olur
derken tuhaf bir şeyi fark ederek durdu. Mutfak masasına oturup düşündü biraz.
-Merdivenlerden
aşağı düşerken hafızamı kaybedecek kadar hızlı başımı çarpıyorum ama hiçbir
yerimde şişlik, kırık, morluk falan yok. Başımda bile!
Bu düşüncelere
dalmış suyunu yudumlarken perdesini çekmeyi unuttuğu camda kendisine bakmakta
olan bir çift gözü gördüğünde çığlık attı birden. Neden sonra onun Zıpır
olduğunu anladığında hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Titreyen elleri normale
dönerken hava da aydınlanmıştı yavaştan.
Biraz temiz
havaya ihtiyacım var diyerek dışarı çıkmaya karar verdi.
Metin Bey onu
gördüğünde bir gün öncesine göre daha yorgun ve mutsuz bir halde denize
bakıyordu. Uykusuzluk ve soru işaretleri yaşam enerjisini çekmişti sanki.
Kendisini buraya getimişti ama geri dönüş yolu o kadar büyümüştü ki gözünde.
-Günaydın Lerzan
Hanım, iyisiniz değil mi?
- Ah, günaydın?
Sanırım tansiyonum düştü biraz, uyuyamadım dün gece de...
- Gelin size
yardım edeyim. Tutun elimi.
-Teşekkür
ederim..
Derken gözlerine
yine yaşlar doldu. Boğulur gibi hissederken iyi gelmişti bu yaşlar, bu sefer
engellemeye çalışmadı.
- Bakın ne
diyeceğim. Bu sabah yürüyüşü boş verelim. İlerde minik bir çay bahçesi var, çok
severim orada kahvaltı etmeyi. Sanırım şu anda çok iyi gelecek size. Oradan da
evinize gidip dinlenirsiniz biraz. Ya da eve götürebilirim hemen tabi.
Eve yalnız gitme
fikri bir an ürpermesine sebep oldu Lerzan'ın. Gözyaşlarının arasında güçlükle
konuşarak
- Kahvaltıya
gitmek iyi fikir gibi geldi Metin Bey. Size nasıl teşekkür edeceğimi
bilemiyorum doğrusu. Bu sabah....
Devamını
getiremedi.
- Haydi koluma
girin , çok uzakta değil. Sabahları taze kaymakla bal geliyor. Tadına doyum
olmaz. Bütün sıkıntıları gidermeye birebir.
Sessiz bir
kahvaltının ardından taze demli çaylarını içerlerken
- Gerçekten
kahvaltı çok iyi geldi. Sizinle yan yana olmak da çok huzurlu Metin Bey. Gece
garip bir şeyi fark ettim. Sonra da uyku tutmadı. Sanırım uykusuzluk güçsüz
bırakınca kendimi daha da kötü hissettim.
- Sormamın
mahzuru yoksa ne fark ettiniz?
-Bilmiyorum.
Belki de saçma gelecek ama .. Merdivenden düşüp hafızasını kaybeden biri için
çok sağlıklı olduğumu ... Yani ne bir morarma, ne zedelenme ne acı. Nasıl bir
düşmedir bu?
- Düşmediyseniz
ne olabilir peki?
- Hiçbir fikrim
yok. Hırsızlık falan desem, neyim var neyim yok bilmediğimden anlamam mümkün
değil. Sonra hırsız benim hafızama ne yapacak. Şok mu geçirdim? Bir manası yok
bunların..
-Bakın ne
diyeceğim. Şimdi sizi evinize bırakayım, iyi bir uyku çekin. Öğleden sonra da
gelip hastaneye götüreyim, doktorunuzla bir konuşup bu konuyu açıklığa
kavuşturmaya çalışalım.
-Ama sizin
işiniz..
-Yok, yok, bugün
boş günüm. Merak etmeyin. Herhangi bir plânım yoktu zaten. Haydi gelin, şu
aradan sizin eve kısa bir yol var.
...................
Kahvaltı ve bir kaç saatlik uyku sonrası Metin Bey'le birlikte hastaneden içeri girerken kendisini daha iyi hissediyordu.
...................
Kahvaltı ve bir kaç saatlik uyku sonrası Metin Bey'le birlikte hastaneden içeri girerken kendisini daha iyi hissediyordu.
-Merhaba, Doktor
Veysel ile görüşmek istiyordum, randevum yok ama.
-Bir bakayım,
bugün çok dolu gözüküyor..
-Lerzan Hanım,
siz misiniz?
Yine hangi
tanımadığım birisiyle karşılaşacağım acaba diye başını çevirdiğinde Çiğdem
Hemşire'yi gördü.
-Merhaba Çiğdem
Hanım.
-Veysel Bey'i mi
görmeye geldiniz?
-Evet ama bugün
müsait değilmiş herhalde.
-Gelin sizi
yukarı alayım, araya sıkıştırırız. İyi misiniz? Sorun yok değil mi?
-Hayır hayır,
aklıma takılan sorular vardı da kontrole biraz erken geldim.
- Madem
geldiniz,bu arada tansiyonunuzu falan kontrol edelim. Siz burada
bekleyebilirsiniz beyefendi.
-Tamam.
-Eşiniz mi?
-İş yerinden bir
arkadaşım. Çok yardımcı oldu bugün bana.
-Akrabalarınızı
falan bulamadınız mı?
-Şimdilik
ulaşamadığım eşim dışında kimse yok gözüküyor.
-Hay Allah.
-Çiğdem Hanım ,
ben geldiğim gece burada mıydınız?
-Evet.
-Vücudumda yara
bere falan var mıydı? Şu anda olmaması garip geldi de.
-Aslında o
sırada bilinciniz yerinde olmadığından tamamıyla ona odaklanmıştık ama bir
düşüneyim. Hava çok soğuktu, sizin de üzerinizde kat kat kıyafet ve pofuduk bir
kaban vardı.Çıkartmak için bayağı uğraştığımızı hatırlıyorum. Vücudunuzu o
korumuş olabilir.
-Lerzan Hanım,
hoş geldiniz..
-Merhaba Veysel
Bey. Çok yoğunmuşsunuz ama size bir iki şey sormak istemiştim.
-Tabi tabi
tabi.. Hemşire Ha.. Çiğdem Hanım lütfen hanımefendiyi odama alın, hemen
geliyorum.
-Tansiyonunuz
normal, diğer tetkikler için haftaya geleceksiniz zaten. Gelin odaya geçelim.
Arkadaşınız da gelecek mi?
Metin Bey'le göz
göze gelen Lerzan onun huzurlu sessizliğiyle yanında olmasını istediğini
hissetti.
-İsterseniz
geleyim sizinle.
-Teşekkür ederim,siz
oturun, kendim halledeyim bu işi de.
O sırada kapıdan
giren Veysel Bey sordu:
-Kim geliyor
sizinle?
- Kimse.
Arkadaşım Metin Bey sordu sadece. Metin Bey doktorum Veysel Bey'le
tanıştırayım.
İçeri girerken
-Arkadaşınız
olduğunu bilmiyordum Lerzan Hanım, hastaneye geldiğini görmedik gibi..
-İş yerimden.
Çok yakın değildik sanırım ama
Devam edecekken
gereksiz konuştuğunu fark edip sustu.
-Neyse, ben siz
bir şey sormak istiyordum.
-Ağrınız mı var?
Hatırladığınız bir şeyler? Tansiyonunuzu hemşire hanım ölçtü değil mi?
İçinden dün
geceki rüyam mı gerçekleşiyor ne, diye düşünerek soru yağmurunun bitmesini
sessizce bekledi. En sonunda karşısındaki adam da sustu.
-Bitti mi?
-Ha ha ha Lerzan
Hanım, sizden korkulur. İnsan doktoruna da bu kadar kötü davranmaz ki canım.
-Doktor da
hastasını önce dinlese bir çok iyi olacak ama
dedi
gülümseyerek Lerzan.
-Peki, tamam,
affedersiniz, buyurun..
Sorusunu
sormasının ardından, doktor bir müddet duraklayarak düşündü.
-Eeee. Doğru
söylüyorsunuz, ancak, merdivenden yuvarlanmakla ilgili kısım Sarp Bey'in sizin
eve girdiğinde gördüklerinden çıkarttığı sonuç. Hafıza kaybına uğramak için bir
yere çok sert çarpmanız gerekli değil.Çok daha hafif darbelerle, hatta
darbesiz, sadece yaşanan şokla bile olabilecek bir şey. Yanı belki de o sırada
gördüğünüz ya da duyduğunuz bir şey sizi şoka soktu. Ya da bir nedenle
tansiyonunuz falan oynadı bayılıp düştünüz. Zaten her durumda ilk günlerde size
verdiğimiz ilaçlarla ağrı sızı hissedemezdiniz.
-Peki düşmem
için fizyolojik bir sebep gördünüz mü?
-Neler olduğunu
bilmediğimiz için her şeyi tetkik ettik geldiğinizde. Ancak anlık bir şey
gerçekleştiyse yakalanamamış olabilir. Bu sebeple takip altında tutuluyorsunuz
zaten. Haftaya yeniden durumu inceleyeceğiz.
- Merdivenden
düşmediysem..
-Düşmediniz
demiyorum bakın. Hatırladığım kadarıyla çok kalın kıyafetleriniz vardı. Siz de
kilolu değilsiniz, hafif atlatmış olabilirsiniz. Zaten başka ne olmuş olabilir
ki?
-Bilmiyorum.
Sadece garip gelince sormak istedim.
-İyi yaptınız
tabi. Bence içinizi rahat tutun, ortada garip bir şey yok.
-Tamam ,
teşekkür ederim.
-Lerzan Hanım,
arkadaşlarınız konusunda dikkatli olun yalnız. Durumunuzdan faydalanmaya
çalışmasın kimse.
-Zekâmı
kaybetmedim bence Veysel Bey, sadece hafızam..
-Deneyimlerinizden
öğrendikleriniz sıfırlandığında geriye kalanlar yeterli olmayabilir.
-Ateşi tutmaya
çalışıp camların içinden geçmedim henüz, merak etmeyin siz.
-Sizi kızdırmak
istememiştim, haftaya görüşmek üzere diyorum.
-Görüşmek üzere
diyerek
ayrılırken uzun bir süre görüşmesek ne güzel olurdu aslında diye
düşünmekteydi..
...................
Çıkışta Metin Bey'e doktorun anormal bir şey bulmadığını kısaca anlattıktan sonra otoparka doğru yürürken bahçede, bir ağacın altında tek başına oturmuş bir kız çocuğu gördüler.Yüzünde ciddi bir ifadeyle kimseye bakmadan orada duruyordu.
...................
Çıkışta Metin Bey'e doktorun anormal bir şey bulmadığını kısaca anlattıktan sonra otoparka doğru yürürken bahçede, bir ağacın altında tek başına oturmuş bir kız çocuğu gördüler.Yüzünde ciddi bir ifadeyle kimseye bakmadan orada duruyordu.
-Bu çocuk burada
tek başına, kaybolmuş falan olmasın ?
-Yok, sanmam, bu
bahçede hastaneye bağlı küçük bir kimsesizler yurdu var, oradandır ihtimal.
-Yaaa, çok
ilginç. Hastaneye bağlı ha?
-Evet biz de çok
şaşırmıştık. Hatta hukuksal sorunlarla da bayağı uğraştılar ama..
Bakışları kıza
takılan kadının artık kendisini dinlemediğini görünce sustu..Lerzan'ın kendi
kaybolmuşluğu bu küçük çocuğunkini hissetmesine neden olmuştu sanki. O
umursamaz bakışların ardındaki fırtınalar, kaskatı duruşun ardındaki
kırılganlık. Tutunacak bir dalı yokmuş da sırtını bu ağaca vermiş gibi.
-Lerzan Hanım?
-Ah,
affedersiniz, her şeyden çok etkilenir oldum bugünlerde.
-Eskiden de
etkileniyordunuz belki.
-Nedense bana
hiç öyle gelmiyor. Sizce?
-Daha önce hiç
bu kadar muhabbet etmedik, insanlara çok yakın durmuyordunuz ama sonuçta geleli
fazla da olmadı. Biliyor musunuz , tuhaf ama, bu çocuk gibiydiniz sanki.
-Tuhaf
gerçekten..
Eve döndüğünde
kapının önünde biraz oturmak istedi ama kimseyle konuşmak zorunda kalmak da
gelmiyordu içinden. Biraz yürüyüşe çıksa kim olduğunu bilmediği birileriyle
karşılaşıp konuşmak zorunda kalabilirdi.Evin duvarları üzerine üzerine geliyor
gibiydi ama içeri girdi yine de. Manasızca etrafına bakınırken yaptığı pazar
alış verişini hatırladı. Mutfağa girip onları yıkayıp yerleştirmeye başladı.
Semizotunu yemek mi salata mı yapsam sorusunun aklına gelmesi onu mutlu etti
biraz. Sulu sıcak yemek canı çektiğinden soğan doğramaya başladı.
-En azından
gözyaşlarımı saklamak zorunda değilim. Hoş pek sakladığım da söylenemez ya
neyse. Her önüme gelene ağlıyorum.
O akşam
unuttuklarını bir müddet bırakmaya karar verdi. Komplo teorileri üretmeden
yaptığı işe dikkatini yöneltip düşüncelerini günlük basit şeylerle sınırlı
tutmak için uğraştı.
Batmakta olan
güneşin son ışıklarının vurduğu bahçesine açılan pencerenin önündeki sedirde
çayını içerken hayatındaki üç erkeği karşılaştırırken buldu kendisini.
Veysel Bey
babacan görünüyordu. Ama bunun yanında otorite ve kontrol altına alma isteği
vardı hafiften. İşi gereği öyle olması gerekiyordur belki de diye düşündü. Nedense
kendisi de ona karşı kolayca savunmaya geçmeye başlıyordu, kızdırıyordu bu
tavırlar onu.
Sarp Bey nazik
ve ince düşünceliydi. Belki de fazla düşünmekteydi hep. Bir güvensizlik
hissediyordu ona karşı yine de. Sanki söylediğim her söz bir gün aleyhime kullanılabilirmiş
gibi. Ne bileyim.. Aslında en ketum olması gereken kişi de mesleği gereği o ama
diye mırıldandı..
Metin Bey'in
yanında huzur buluyordu. Onunla ilgili hemen hiçbir şey bilmiyordu aslında.
Tanışmış oldukları iki gün boyunca kendi başına gelenler dışında çok bir şeyden
bahsetmemişlerdi. Çok konuşmuyordu zaten ama konuştuğunda karşısındakine iyi
geliyordu dedikleri.
-Evet on beş
günlük şanlı tarihinle ilgili harika fikirlerini aldık artık bir bardak çay
daha içebilirsin. Bu kendi kendine konuşma işini de çok ilerlettin, sokakta
falan da yapmaya başlama sakın.
Bir gece
öncesinin uykusuzluğuyla erkenden yatmaya karar verdi. Bu akşamı gayet iyi
atlattın diyerek kendisini kutladı merdivenlerden çıkarken.
...................
...................
Ertesi sabah
güzel bir uykunun ardından erkenden uyandığında yürüyüşe çıkmamaya karar verdi.
Bu sabah Metin Bey'i rahat bırakayım diye düşündü. Zaten öğleden sonra okula
gitmeyi plânlıyordu, her yerden de bu kadın çıkıyor görüntüsü yaratmak
istemedi. Aslında okul binasına tek başına gitmek ona çok ürkütücü geliyor, bir
tarafı, sabah yürüyüşte ona rastlasa kesinlikle giderken kendisini yalnız
bırakmayacağını düşünüyordu. Anam beni sana kattı modundan çık Lerzan diye
söylendi. Kimse seni yemeyecek.
Büyüklerden
değildi korkusu, öğrenciler tedirgin ediyordu. Zayıf ve kırılgan halini hemen
anlayıp onu rahatsız duruma sokacakları gibi bir his vardı içinde.
Mutfağa geçip
kahvaltı hazırlamaya başlarken Mine'yi aradı. Bir gün önce hiç
karşılaşmamışlardı, inanılmazdı ama merak etmişti onu.
-Mine Hanım, ben
Lerzan. Günaydın. Çocukları okula gönderdikten sonra gelin de birlikte kahvaltı
edelim isterseniz diyecektim. Evet, evet, sıcak ekmek iyi olur. Çayı demliyorum
şimdi ben de.
Yarım saat sonra
kapısı çalınmıştı.
-Hoş geldiniz,
girsenize.
-Hoş buldum.
Nasılsın, iyi misin?
-İyiyim, sağ
olun.
-Dün hiç
arayamadım, küçük oğlumun ateşi vardı biraz, evde kaldı. Neyse bu sabah
toparlandı, daha fazla ders kaçırmasın diye yolladım okula. Malum birinci
sınıf, dersleri yakalamak zor oluyor sonra.
-Geçmiş olsun.
Zor zamanları ha? Birinci sınıftayken oğlumla oturup ders yapmalarım hiç
bitmez.......
Bir anda
kalakaldı..
-Benim bir oğlum
var ! Aman Allahım, benim bir oğlum var! Ama nerede? Kaç yaşında?
-Dur, dur, gel
otur şöyle. Sana bir bardak su vereyim.
- Bir anlık
gözümün önüne geldi. Yüzü falan değil de masanın üzerine eğilmiş yazı yazmaya
çalışan hali. Ama kaçtı hemen. Hani uyanırsın da az önce gördüğün rüya uçar ya
bir anda aklından..
Titreyen ellerle
suyu aldı, bir kaç yudum içti.
-Bunca zaman
beni hiç aramadığına göre, yoksa..
-Aklına kötü bir
şey getirme, başka türlüsü de olabilir.
-Ama nasıl..
Nasıl hiçbir yerde fotoğrafı falan olmaz. Bir iz.. Kapının önüne çıkalım, nefes
alamıyorum burada sanki.
-Tabi,haydi
gel.. Gir koluma sen benim.
Bahçe
merdivenlerine oturdular. Öylece kalakaldı Lerzan. Ne konuşuyor ne
kıpırdıyordu. Daha da kötüsü ağlamıyordu bu sefer.
- Mantıklı bir
açıklaması vardır diyorum bak, yıpratma kendini böyle..
Sarp Bey evinden
çıktığında onları gördü.
-Günaydın, bir
sorun mu var?
-Lerzan bir
şeyler hatırlar gibi oldu da.. Sonra biraz fenalaştı.
Hemen yanlarına
gitti.
-Lerzan Hanım.
Lerzan Hanım, bana bakar mısınız? Ne hatırladınız? Bana anlatabilir misiniz?
-Sanırım...
-Efendim,
anlayamadım.. Lerzan Hanım...
-Sanır..
-Aaa, bayıldı
diye bağırdı Mine..
-Durun, yere
doğru yatıralım önce. Siz de hastaneyi arar mısınız?
-Tabi, hemen..
Hay Allah, hay Allah..
...................
Gözlerini açtığında kendisini yine hastane yatağında buldu Lerzan. Başucunda Mine kendisine bakıyor, biraz ilerde iki kişi konuşuyordu.
...................
Gözlerini açtığında kendisini yine hastane yatağında buldu Lerzan. Başucunda Mine kendisine bakıyor, biraz ilerde iki kişi konuşuyordu.
-Sizce de bu
durum uzun sürmedi mi Veysel Bey, bir şeyler yapılsa olmaz mı? Böyle durup
bekleyecek misiniz?
-Yapılabilecek
her şey yapılıyor, fiziksel bir sorun görülmüyor, her şey yolunda.
-Her şey yolunda
mı? Çok yıpratıcı bir durumda ama , bayılmak da pek iyiye işaret değil.
- Sizi temin
ederim kontrol altında , bir anlık fenalaşma yaşamış.
- Oğlunu
hatırladığını söylemiş.
-
Enteresan..
- Doktor Bey,
uyandı galiba..
- Ah, Lerzan
Hanım, korkuttunuz bizi..
- Üzgünüm.
- Neler oldu,
anlatabilir misiniz?
- ..
- Lerzan Hanım,
anlatabilir misiniz?
- Bir anlık bir
hatıra gözümde canlandı ..Ama uçup gitti hemen..
- Oğlunuz
olduğunu düşünmüşsünüz.
- Evet.Ama,
varlığına dair hiç emare yok..Çok....
- Tamam..Bakın
ne diyeceğim. Haftasonu sizi burada tutalım. Zaten kontrole gelecektiniz.
Dediğiniz konuda da araştırma yapalım bu arada. Akrabalarınızdan kimler vardı?
- Eski eşim ama
ona da ulaşamıyorum.
- Bir daha
deneyelim. Şimdi sizi bırakalım, dinlenin.
-Lerzan,
çocukların dönme vakitleri geldi, ben de gitmeliyim, sonra uğrarım yine.
Lerzan bir şey
demeden başını sallayarak gözlerini kapattı yeniden. Diğerleri sessizce
çıktılar odadan.
Haftasonu
boyunca hastane hemen hiç konuşmadan dışarıyı seyretti. Sanki bütün yaşam
enerjisi çekilmişti. Bir yanı belki de gördüğü bir film sahnesini ya da
okuldaki bir öğrenciyi hatırladığını söylüyor ama içindeki üzüntü hiç
geçmiyordu. Eğer bir oğlu vardıysa bile şimdi yoktu ihtimal. Bu da ne sonucu
olursa olsun çok acı bir şeydi. Hatırlamadığı çocuğunun üzüntüsünü çekmek de
başka bir gariplikti hayatında.
Pazar akşamı
Metin Bey geldi odasına. Diğerlerine yaptığı gibi uyuyor numarası yapamadı ona.
- Lerzan Hanım,
kaç sabahtır yürüyüşe gelmeyince sizi merak ettim ama canınız istememiştir
belki diye rahatsız etmeyeyim dedim. Bugün öğrendim hastanede olduğunuzu. Şok
yaşadığınızı söylediler..Konuşmak istemiyorsunuz sanırım. Ben de aynı şekilde
hissederdim...
Bir müddet
sessizlikten sonra devam etti..
-Biliyor musunuz
sizin gibi hafızamı kaybetmiş olmayı çok diledim yıllarca. İlk öğretmenlik
yıllarımda sınıf öğretmeni olarak Karadeniz'deki küçük bir köye atamışlardı
beni. Yeni evliydim, eşimle birlikte gittik. Yeşiller içinde çok güzel bir
yerdi. Bizim gibi batıdan gidenler için çok değişikti gerçi, köy dedikleri
yerde çay bahçelerinin , ağaçların arasında kaybolmuş evler birbirinden o kadar
kopuktu ki doğada tek başına gibiydik. Yine de herkes birinden haberdardı tabi.
Eşim zorlu bir hamilelik geçiriyordu. Doğuma az kalmıştı, heyecanla
bekliyorduk. O günlerde bir yağmur başladı, günlerce sürdü. Derler taştı,
köprüler kullanılmaz hale geldi ve biz doğuma anında o evde mahsur kaldık.
Köydeki bir ebe evimize ulaştı ama bebeğin kordonu boynuna dolanmış, anne
çok kan kaybetmiş. Bir gecede her şeyim gitti elimden. İşte o zaman hafızamı
kaybetmiş olmayı çok diledim.. Şimdi size bakarken iyi ki dileğim
gerçekleşmemiş diyorum sanırım. Hâlâ çok acı veriyor onları düşünmek ama ..
Günlerdir
kaskatı duran Lerzan nihayet ağlamaya başladı..
-Ama en azından
biliyorsunuz.. Ben bilmiyorum.. Şu anda bir çikolata reklâmında gördüğüm bir
sahneye bile ağlıyor olabilirim.
Metin Bey onun
elini tuttu, hiçbir şey söylemeden öylece durdular bir müddet daha. Veysel Bey
odaya girdiğinde onları bu şekilde buldu.
- Oo,
uyanmışsınız Lerzan Hanım, misafiriniz iyi gelmiş size.
- Evet .
-Yarın sabah
tetkik...
Yerine yavaş
yavaş gelen enerjisiyle onun lâfını kesti.
-Veysel Bey gücenmeyin
ama bana pek bir faydanız dokunduğunu söyleyemeyeceğim bu aşamada. Anladığım
kadarıyla fiziksel bir şeyim yok. Dünden beri sürekli değişik aletlere girip
çıkıyorum zaten. Evime gtmek istiyorum.
- Yarınki....
-Bu akşam gitmek
istiyorum Veysel Bey. Metin Bey beni bırakabilir misiniz sizden rica etsem.
-Tabi tabi..
Veysel Bey Metin
Bey'e sinirli bir şekilde döndü.
-Beyefendi
Lerzan Hanım duygusal olarak çok etkilenmiş durumda ama sizin benden yana
olmanızı beklerdim doğrusu.
- Üç gündür
burada yatıyormuş sanırım, tetkiklerinizi yapmışsınız. Gerek olursa yeniden
getiririz ama şu anda evine gitmesi iyi olabilir gibi geliyor.
Her ikisine
bakan Veysel Bey başını sallayıp "İyi bakalım" dedi.
-On gün sonra
tekrar kontrole geleceksiniz. Ve arada baş ağrısı, bayılma veya başka bir
rahatsızlık olursa.
-Tabii ki
geleceğim, merak etmeyin.
-Tamam o zaman.
Çıkış işlemlerinizin yapılmasını söyleyeceğim.
...................
-İçeri girmez misiniz Metin Bey, çay demleyeyim , içelim.
...................
-İçeri girmez misiniz Metin Bey, çay demleyeyim , içelim.
- Gelirim ama
çayı ben demleyeyim izninizle, siz de oturup dinlenin.
- O kadar çok
oturdum ki ayağa kalkmak daha iyi gelecek sanırım.
-Aslında doğru
söylüyorsunuz, hareket halinde olmak iyidir diye düşünürüm her zaman.
Çayın yanına
çıkarttıkları kahvaltılıklarla sofra hazırladılar birlikte. Masaya
oturduklarında gerçekten de hareket halinde olmak yatıp durmaktan iyi geliyor
diye düşündü Lerzan.
- Hatırladığınız
şeyin ne olduğunu bilemesek de en azından hatırlamaya başladığınızı işaret
ediyor bence . Bu da çok güzel. Belki bir film sahnesiydi, belki de bir
öğrencinizdi . Oğlunuz olsa, ne olursa olsun yanınızda bir hatırası olurdu.
Yokmuş gibi yapamazdınız..
- Sanırım
haklısınız. İnsan çocuğunu hayatından silip atamaz değil mi?
Metin Bey
çantasını açıp içinden minik bir çift patik çıkarttı . El örgüsü, sarı renkli,
hiç kullanılmamış...
Gözleri yaşlarla
doldu ikisinin de..
Kapı çaldığında
sessizce çaylarını içiyorlardı.
- Lerzan Hanım,
ışığınızı görünce bir bakayım dedim.
- Merhaba Sarp
Bey, hastane havası iyice hasta yaptı beni, Metin Bey sağ olsun evime getirdi.
Biz de çay içiyorduk, buyurmaz mısınız?
- Rahatsız
etmeyeyim.
-Ne münasebet
canım, buyrun.
- Kendinize
geldiğinize çok sevindim, korkuttunuz bizi.
- Teşekkürler.
Siz tanışıyor muydunuz? Metin Bey Sarp Bey.
- Memnun oldum.
-Metin Bey
okuldan öğretmen arkadaşım, Sarp Bey kapı komşum.
- Metin Bey
Lerzan Hanım'a iyi geliyorsunuz sanırım. Benim psikoloji bilgim pek işe
yaramıyor üzerinde ama siz kendisine gelmesini sağlamışsınız.
Lerzan
şaşkınlıkla ona baktı, hani bilmese kendisini kıskanan eski bir sevgili
diyebilirdi ona. Sonra mesleki olarak bozulduğunu anladı.
- Benimle bir
ilgisi olduğunu sanmıyorum Sarp Bey, zamanlama meselesi aslında. Lerzan
Hanım'ın kendisini toparlamaya başladığı bir âna denk gelmişimdir.
- O da olabilir
tabi.
- Psikolog
psikolojinizi bozmayın lütfen Sarp Bey, önemli olan şu anda daha iyi hissetmem
değil mi
Diyerek
gülümsedi kadın. Çay servisi yapmak için mutfağa geçtiğinde hâlâ gülümsüyordu.
Komik bir şekilde hoşuna gitmişti iki adamın halleri.
Birer çay daha
içtikten sonra ikisi de kalktılar.
- Teşekkür
ederim ikinize de.
- Ne demek .
- Ne zaman
ihtiyacınız olsa söyleyin yeter.
- Metin Bey,
sabah okula gelmek istiyorum, eğer siz de gidecekseniz.
- Gideceğim,
sabah dokuz gibi size uğrayayım , yürüyerek gideriz.
-Çok güzel olur,
teşekkür ederim.
İki adam bahçe
kapısının önünde selamlaşarak ayrıldılar. Lerzan da evine girdi. Hiç alt katı
toparlamadan doğru yatak odasına çıktı, hazır ruh hali iyiyken hemen
uyuyabilmek istiyordu...
...................
Güzel bir uykuyla geçen gecenin ardından, sabah hem mutfağını toplayıp hem de hızlı bir kahvaltı yapan Lerzan Metin Bey'in gelmesiyle dışarı çıktı. Pek uzakta olmayan okula yavaş yavaş yürüdüler.
...................
Güzel bir uykuyla geçen gecenin ardından, sabah hem mutfağını toplayıp hem de hızlı bir kahvaltı yapan Lerzan Metin Bey'in gelmesiyle dışarı çıktı. Pek uzakta olmayan okula yavaş yavaş yürüdüler.
Ders saati
olduğundan kalabalıklara karışmadan öğretmen odasına çıkmaları rahatlattı onu.
Odada da fazla kimse yoktu.
- Lerzan Hanım,
sizi görmek ne güzel.
- Teşekkür
ederim.
- Çiğdem Hanım
da edebiyat öğretmeni Lerzan Hanım.
- Ah,
affedersiniz, aklıma gelmedi kendimi tanıtmak. Size göstermek istediğim bir şey
vardı da, aklım ona takılı olunca.
-Önemli değil,
göstermek istediğiniz şey neydi?
- Sizin
sınıflarınızdan birisini ben aldım. En son dil anlatım sınavlarında beni eleştiren
bir yazı yazmalarını isterim hep. Bu sefer daha çok sizinle vakit
geçirdiklerinden sizi eleştirmelerini istedim.. Bunları okumak belki işinize
yarar diye düşündüm.
- Gerçekten de
bu çok iyi olur, en merak ettiğim konulardan biri nasıl bir öğretmen olduğum.
- Hemen
getireyim size.
- Bu arada biz
de dolabınıza da bakalım mı ?
- Evet çok iyi
olur Metin Bey. Hangisi benim dolabım?
- Şuradaki.
Anahtarınız var mı yedek anahtarı mı arayalım?
- Çantamda bu
vardı, sanırım oranın anahtarı.
-Evet, o olmalı.
Siz buyrun, ben de Emine Hanım'ı bulayım, çay ve simit var mıymış.
-Teşekkür
ederim.
Heyecanla
dolabını açan kadın orada ne bulacağını da bilmiyordu aslında. Koskocaman evde
bir şey yokken bu dolaptan ümitlenmenin manası ne diyerek söylendi kendi
kendisine.
İlk gözüne
çarpan bir laptop oldu. Neden dolabında bırakmıştı ki onu, tuhaf. Öğrencilerin
yazılıları, ödevleri dışında başka bir şey bulamadı. Bir de kahve kupası. O
kadar.
Dünya üzerinde
hiç iz bırakmamaya çalışan birisi varsa o da benmişim diye mırıldandı.
Diğerleri
geldiklerinde laptopu dolaptan çıkartıyordu.
- Bunu neden
burada bırakmışım ki acaba?
O sırada çay ve
simitle içeri giren Emine Hanım cevapladı bu soruyu.
- Ben de size
sorduydum aynı soruyu , evimde internet yok dediydiniz. Boşuna taşıyıp
durmanıza gerek yokmuş, zaten bilgisayarlara çok da düşkün değilmişiniz,
-Öyle miymiş?
Sağ olasın Emine Hanım.
- Sen sağ olasın
. Nasılsın, iyi oldun mu?
- Olmaya
çalışıyorum.
- Geçer, geçer,
her şey geçer..
O çıktıktan
sonra çaylarını içip simitleri atıştırdılar sessizce. O arada teneffüs zilinin
çalmasıyla oda dolmaya başladı. Lerzan sürekli gülümsemeye çalışarak hepsinin
sorularına cevap verdi. Odadan dışarı kendisini atmamak için zor tuttu. Sonunda
ders zili yeniden çaldığında kalabalık azaldığında ter içinde kaldığını fark
etti.
- Haydi şu
laptopu açalım şimdi Lerzan Hanım, internete bağlanmanız gerekirse evinizde
yapamazsınız.
-Evet,
haklısınız. Açalım. Gerçi bunun içinde de pek özel bir şey olmayacağına eminim.
-Belli olmaz.
Bir saat sonra
belli olmuştu. Gerçekten de içinde pek bir şey yoktu.
-İnsan bir
fotoğraf bile mi yüklemez, nasıl bir kişiymişim ben böyle.
-Aaa, facebook
hesabınıza baktık mı? Twitter falan.
-Hayır,
bakmadık.
-Sık
kullanılanlara girelim, neler varmış.
- Orada da bir
şey bulamazsak hükümet ajanı falan olduğumdan şüpheleneceğim artık, herkesten
gizli yaşamak zorundaydım her halde.
-Durun bakalım.
Neyse sık
kullanılanlar boş değildi.
Okul not
sistemi, yine okul sitesi, gazetelerin yanı sıra inanılmazdı ama twitter ve
facebook hesapları da bulunuyordu.
- Ben kalkayım,
siz tek başınıza bakın Lerzan Hanım.
-Teşekkür
ederim, çok ince düşüncelisiniz.
...................
Facebook hesabına baktı büyük bir heyecanla. Şaşırttı gördükleri. Bu kadar aktif kullandığını düşünmemişti. Elli atmış kadar kitap yazısı vardı. Yüz kadar da takipçisi. Sınıflarındaki öğrencileriydi ihtimal onlar. Bir iki tane yazısını okudu. Her kitabı bitirdiğinde birisine vardiğini fark etti. Onlar da birbirlerine veriyorlardı hatta.
...................
Facebook hesabına baktı büyük bir heyecanla. Şaşırttı gördükleri. Bu kadar aktif kullandığını düşünmemişti. Elli atmış kadar kitap yazısı vardı. Yüz kadar da takipçisi. Sınıflarındaki öğrencileriydi ihtimal onlar. Bir iki tane yazısını okudu. Her kitabı bitirdiğinde birisine vardiğini fark etti. Onlar da birbirlerine veriyorlardı hatta.
- Bir şeyler
bulabildiniz mi, gülümsüyorsunuz Lerzan Hanım.
- Evde neden hiç
kitabım olmadığını buldum Metin Bey ve bu beni nasıl mutlu etti anlatamam.
- Aa, okulun
kütüphanesi siz geldiğinizden beri zenginleşiyor Lerzan Hanım, sizden görüp ben
de öyle yapmaya başladım , okuduğumu çocuklarla paylaşıyorum.
- Nasıl
rahatladım anlatamam Çiğdem Hanım, eve gidip de hiç kitap göremediğimde
öğretmenliğimin çok kötü olduğunu düşünmüştüm, hangi edebiyat öğretmeninin hiç
kitabı olmaz ki demiştim kendi kendime.
- Siz bu
yazılanları da okuyun, bakın bakalım hangi öğretmenin olmazmış.
-Teşekkür
ederim, okuyacağım tüm kâğıtları.
Biraz daha
baktıktan sonra kapattı bilgisayarı .
-Bu hesaplarda
özel hayatımla ilgili pek bir şey yok . Yalnızca okul ve takip ettiğim köşe
yazarları . Ketum bir insanmışım her halde. Ya da yalnız.
- Yine de bugün
ilerleme sağladınız değil mi?
- Evet, sanırım
öyle. Neyse, ben yeni bir teneffüs zili çalmadan eşyalarımı alıp gideyim en
iyisi. Sizin dersiniz vardır Metin Bey, hiç rahatsız olmayın.
- İsterseniz ben
akşama uğrayıp size bırakayım bunları, ağır gelmesin. Siz dizüstü
bilgisayarınızı alın yalnızca.
-Size sürekli
zahmet veriyorum.
- Ne demek.
- O zaman akşam
uğradığınızda yemek benden, tamam mı .
-Tamam, olur.
Oradan ayrılan
Lerzan, ağır ağır yürüyerek evine doğru giderken çarşıya uğramaya karar verdi.
Etraf cıvıl cıvıldı. Bir hediyelik eşya dükkânında etrafına bakarken karşısındaki
turistle anlaşmaya çalışan tezgâhtarı gördü.
- Sevil Ablaa,
ama ben anlamıyorum ki fransızca, o da ingilizce bilmiyor.
Dikkatle
dinleyince adamın dediklerini gayet rahat anladığını fark etti. Yanına gidip
konuşmaya başladı.
-Bu elindeki
buzdolabı manyetlerinden onbeş tane almak istiyormuş, var mı diye soruyor.
- Bakim. Var
var, hemen getiriyorum. Teşekkür ederim.
- Rica ederim.
Bak sen şu işe,
hiç zorlanmadan fransızca konuşabiliyormuşum. Daha ne sürprizlerin var bana
bakalım Lerzan Hanım diye aklından geçirdi oradan ayrılırken.
Alış verişini
tamamlayıp evine giderken Mine gördü onu.
- Lerzan, seni
görmek ne güzel. Nasılsın? Dün gece gördüm ışığını ama uğrayamadım.
- İyiyim.
Hastaneden kurtulduğum için mutluyum bile denilebilir.
- O gün beni çok
korkuttun. Neyse, toparlanmışsın, bu iyi.
- İyi yanından
bakmaya çalışıyorum. O gün hatırladığım neydi bilmiyorum ama sonuçta bir şeyler
hatırlamaya başlamış olabilirim diye umutlanıyorum.
- Doğru
diyorsun.
- Neyse gideyim
ben artık. Sabah okula gittim, üzerine de alış veriş, yoruldum biraz.
-Tabi tabi,
tutmayayım ben seni. Görüşürüz.
...................
...................
- Görüşürüz.
Akşam mutfakta yemek yerken yeni keşfini anlattı Metin Bey'e.
Akşam mutfakta yemek yerken yeni keşfini anlattı Metin Bey'e.
- Fransızca
biliyormuşum. Hem de gayet akıcı olarak konuşabildim. Sanırım ingilizce de
biliyorum.
- Ooo, edebiyat
öğretmeni olunca nedense başka dil bileceğinizi düşünemezdim.
- Ben de. Ama
kendiliğinden geldi. Yemek hazırlarken yabancı şarkılar çalan bir kanal açtım
radyoda, iki dili de rahatlıkla anlıyorum. Sanki yurt dışında yaşamışım gibi.
- Yaşamış
mısınız, biliyor musunuz?
- Paris
Günlüğüm, Ben Londra'dayken gibi bloglarım yok ama bilemiyorum artık.
Gülümsediler.
-İçimden bir ses
her şey yoluna girecek diyor Lerzan Hanım. Bence hatırlamaya başlayacaksınız.
-Umarım.
-Şunu da
söylemeliyim ki yemek konusunda hiçbir şey unutmamışsınız, yemek çok
lezzetliydi.
-Basit bir
şeylerdi ama daha karışığını da yapabilirmişim gibi gelmiyor zaten. Bazen
kafamda oluşturduğum kendimle ilgili fikirlerimin hepsi yanlış olabilir mi diye
düşünüyorum. Malum, kişiliğimizle ilgili sarsılmaz dediğimiz şeylerin temelinde
beyin kimyamız olduğu söyleniyor ya. Şu anki beyin kimyamla duygu ve düşüncelerim
tamamıyla değişmiş olabilir mi acaba?
- Şu anki beyin
kimyanız bence o kadar güzel ki değiştiyse bile fena olmuş diyemeyeceğim. Keşke
sizi daha önceden tanıyor olsaydım, sorularınıza verebilecek cevabım olurdu o
zaman.
- Bence daha
önce arkadaş olmamamız bile benim eski beyin kimyamın farklı olduğuna bir delil
olabilir.
-Bence kimyanızı
bilmem ama zekânız ve olayları değerlendirişiniz hayranlık uyandırıcı.
Sofrayı birlikte
toplayıp bulaşıkları kaldırdıktan sonra Metin Bey izin isteyerek ayrıldı. Onu
yolcu ettikten sonra bahçedeki şezlonga oturarak yıldızları izlerken aklındaki
bin bir düşünceden uzaklaşarak sadece gecenin keyfini çıkartmaya çalıştı. Su
geçirmez bölmelerde yaşamak lâzım demiyor muydu Carnegie.
Sadece şu an.
Havadaki bahar kokusu, gökyüzündeki yıldızlar, ağaç yapraklarının rüzgârla
şarkısı... Elimizde başka hiçbir şey yok ki aslında diye mırıldandı..
...................
...................
Sadece şu an.
Havadaki bahar kokusu, gökyüzündeki yıldızlar, ağaç yapraklarının rüzgârla
şarkısı... Elimizde başka hiçbir şey yok ki aslında diye mırıldandı..
İlkbahar yüzünü yavaş yavaşa yaza
dönmüş günler uzamış, havalar ısınmış küçük beldeye gelen gidenlerin sayısı
artmıştı.
Lerzan
kendince bir düzen kurmuştu artık. Sabahları erkenden Metin Bey'le yürüyüşe
çıkıyordu. Bazen onunla bazen Mine'yle kahvaltı ediyordu.
Bol bol
kitap okuyor, film izliyordu. Kitapları daha önce okuyup da hakkında yazı
yazdıklarından seçiyordu. Geçmişle arasında bir köprü kurar umuduydu bunu
yapmasının nedeni ama şimdiye kadar pek bir faydası olmamıştı.
Okudukça
onları hatırlıyordu hatırlamasına da kendisini hatırlamasına pek yardımcı
olmuyordu bu.
Sarp Bey
uğruyordu ara ara. Daha çok kedisi uğruyordu gerçi. Bahçenin güneşli bir
yerinde şezlonguna uzandığında o da kucağına zıplayıp keyif yapıyordu
hemen.
Hastaneye
bir daha gitmemişti. Bir şey yaptıkları yoktu zaten. Gerçi raporu bittiğinden
uğraması gerekiyordu artık.
Koskoca
boşluk olduğu yerde duruyordu. Kıyısına köşesine bulaşmadan yaşamaya
çalışıyordu kendisi de. Boğulmadan, aklını yitirmeden...
Eli kedinin kafasında gülümsedi,
hahaha aklımı kaybetmeden ha, çok komiğim diye düşündü.
Ahmet
koşarak bahçeye girip kendisine seslendi.
- Lerzan
Teyze Lerzan Teyze Serap Teyze dedi ki öğleden sonra gemi yanaşacakmış dükkana
yardıma gelebilir mi dedi..
Mine'nin
küçük oğluna gülümseyerek baktı Lerzan. Koşmaktan ter içinde, gözler önemli bir
iş yapıyor olmanın ciddiyetinde.
- Gel Ahmet
gel.. Otur azıcık nefeslen bakalım.
- Tamam.
- Limonata
ister misin.
Ahmet
limonatasını bitirene kadar hazırlanan Lerzan onunla birlikte çıktı evden.
Serap Hanım çarşıdaki hediyelik eşya dükkânının sahibiydi. Bir çok yabancı dil
bildiğini keşfedince arada ona yardım etmeye başlamıştı. İtalyanca ve Almanca
bildiğini de anlamıştı çünkü zaman içinde.
Bir de son
günlerde başlayan baş ağrıları olmasaydı..
...................
- Merhaba Lerzan Hanım, siz hastaneye gelmeyince uğrayıp bir bakayım dedim. Müsait misiniz, rahatsız etmedim değil mi?
- Hayır etmediniz. Buyrun kapıda kalmayın lütfen. Eve servis olduğunu bilmiyordum bak, şaşırdım doğrusu.
- Hastalarımızı önemsiyoruz. Özellikle kontrole gelmeyenleri.
- Ülkenin sağlık sistemi bayağı gelişmiş desenize. Oturun oturun. Çay ister misiniz?
- Yok, ben hiç çay içmem. Neskafe alabilirim varsa eğer.
- Hemen yapayım.
Mutfakta neskafe yaparken adamın salonda dolaşan ayak seslerini duyuyordu.
- Şeker ister misiniz?
Elindeki kitaptan başını kaldırıp ona bakan Veysel Bey başını sallayarak hayır dedi biraz düşünceli bir biçimde.
- Bu kitapları hatırlamıyor musunuz?
- Okuduktan sonra ya da okurken hatırlıyorum ama ondan önce değil.
-İlginç. Genelde bu gibi şeyler unutulmaz.
-İlahi Veysel Bey ben hayatımı kaybetmişim baştan sona, siz kitaba ilginç diyorsunuz.
Doktor ona sıkıntılı bir tavırla gülümsedi.
- Aslında bir de şu var, okuduğum kitaplarla ilgili daha önceki yorumlarım bana çok uymuyor. Harika dediğim o kadar da etkilemiyor beni, çocuk işi bulduklarımdan hoşuma gidenler oluyor. Ama kedileri bile sevdiğime göre artık. Çok da şaşırmamak lâzım değil mi?
- Kedileri mi seviyorsunuz?
- Eh tabi kedi sevmekte bir tuhaflık yok da Sarp Bey daha önce korktuğumu söyledi.
-Demek korkmanızın bir nedeni varmış. Neden unutulunca.
- Ben de öyle düşündüm.
Karşılıklı oturup içeceklerini yudumlarken içi sıkıldı biraz Lerzan'ın. Adamın etrafı incelemesi, kendisine bakışı. Bazen Sarp'la da aynı hisse kapılıyordu ama bu çok daha fazlaydı. Sanki bakışlarıyla beynini okumaya çalışıyor gibiydi adam. Doktor da olsa sıkıcıydı bu durum.
- Kendinizi nasıl hissediyorsunuz.
- Efendim?
-Sağlığınız diyorum. Baş ağrısı, tansiyon yükselmesi falan var mı?
- Baş ağrısı var arada ama.
-Nasıl bir baş ağrısı?Ağırlık gibi mi, hareket ettikçe mi, bıçak sokulur gibi mi?
- Bir iki kere bıçak sokulması gibi hissettim ama fazla sürmedi.
-Ve yine de kontrole gelmediniz.
- Gelecektim ama
-Lerzan Hanım bu işin şakası olur mu? Kontrolu elden bırakmamak gerekiyor. Yarın hemen hastaneye gelmelisiniz.
-Pazartesi yapsak onu. Pazar günü gelmemin bir alemi yok herhalde.
-Tamam ama eğer ağrı olursa hiç beklemeden hemen istiyorum sizi. Kaç kere oldu ağrı.
- Geçen hafta içinde üç kere.
-Üç kere ha. Tetikleyen bir şey var mıydı?
- Yorgunluk, uykusuzluk falan gibi mi?Yoktu.
-Tamam, geldiğinizde bakarız yeniden. Ben kalkayım artık. Pazartesi sabahı erkenden bekliyorum.
-Tamam, gelmezsem hastaneyi eve getireceksiniz sanırım.
-Yapabilirim tabi
...................
Diyerek ayağa kalktı adam. Onu geçiren Lerzan odaya geri döndüğünde bir baş ağrısı daha saplandı kafasına. O bir anda Veysel Bey'i kapıdan geçirirken gördü kendisini yeniden. Kapı başka bir kapıydı ve hızlıca çarpma sesi kulaklarında çınladı. Ya da elinden kayan bardağın yere düşerken çıkarttığı ses miydi o?
Gece geldiği gibi aniden geçen
başağrısının ardından uyku tutmayıp film izleyerek geçince sabah geç uyandı.
Metin Bey
kapıyı çaldığında daha yeni kalkıyordu.
-Günaydın
Lerzan Hanım erken mi geldim yoksa?
- Hayır
hayır ben uyuyakalmışım, lütfen siz buyrun oturun hemen hazırlanıyorum.
-Ben
bahçedeyim o zaman. Aceleye gerek yok, siz rahat olun.
Yarım saat
sonra arabaya binmiş tepelere doğru gitmeye başlamışlardı. Önce bir yerde
kahvaltı yapıp oradan da yürüyüşe çıkıp fotoğraf çekeceklerdi.
-Demek
doktorunuz olaya el koydu Lerzan Hanım.
-Ya evet.
-Başağrılarınızdan
söz ettiniz mi?
- Söyledim.
Hemen hastaneye götürecekti beni neredeyse.
-Ama haklı
bu konuda bence de, hiç doğru değil yaptığınız.
-Haklısınız.
Ama pek güzel anılarım yok o adamla. Ha ha ha yani hastaneyle. Gitmek
istemiyorum hiç.
-Başka bir
yere gidelim o zaman.
-Yok yok,
hastanenin suçu değil benim ruh halim. Neyse canım daha güzel konulara bakalım
biz. Hava tam gezmelik değil mi?
-Evet evet.
Bakın dediğim kahvaltı mekânına da geldik. Henüz etraf sakinken rahat rahat
oturabiliriz burada.
Lerzan
onunla vakit geçirmekten ne kadar hoşlandığını düşündü bir kere daha. Yanında
huzur duyduğu tek insandı şu sıralar. Bir de şu boşluk ve soru işaretleri
olmasaydı çok mutluydu bu kasabada yaşamaktan aslında. Gelgelelim o kadar çok
soru vardı ki.
-Daldınız
Lerzan Hanım.
-Kusura
bakmayın Metin Bey uykusuzlukta kafa karışıklığım daha belirginleşti sanırım.
-Dönebiliriz
isterseniz.
-Hayır hayır
sizinle olmak bana çok iyi geliyor.
Sessizce
çaylarını içtiler yemyeşil manzaraya bakarak.
Yavaş yavaş
kalabalıklaşan masalar sessizliği bozmaya başlayınca oradan ayrılarak yürüyüşe
çıktılar. Metin Bey büyük bir fotoğraf makinası getirmişti yanında. Lerzan'ın
da küçük bir makinası vardı. Para sıkıntısı çekmediğini anlayınca almıştı
kendisine bir tane.
Ağaçların
arasından süzülen ışık huzmeleri, daldaki kuşlar, minik çiçekler ne bulsalar
mutlulukla fotoğraflıyorlardı.
- A bakın
bakın bir kertenkele var burada
Dedi Lerzan
heyecanla Metin Bey'e. Onu fotoğraflamaya çalışırken yine ağrı saplandı başına.
Durup başını ellerinin arasına aldı.
-Lerzan
Hanım...İyi misiniz.. Lerzan Hanım. Oturalım şuraya gelin.
-Geçti merak
etmeyin dedi kadın.
Bir ağacın dibine
oturup durdular bir müddet.
-Hemen dönüp
hastaneye gidelim bence.
-Yok yok
geçti bile. Biraz oturalım burada yeter.
Yan yana
otururken onun omzuna başını yaslamak dünyanın en doğal şeyi gibi geldi bir an
Lerzan'a, yavaşça yasladı başını. İrkilen adam sesini çıkartmadı bir müddet,
sonra elini tuttu kadının. Gözyaşlarının sebebini bilmiyordu Lerzan ama
akmaları çok iyi gelmişti.
Bir müddet
sonra başını kaldırıp
-Bakın şu
küçük kertenkelenin yaptığına dedi gülümseyerek.
Gülümsedi
adam da ona.
Dünyadan,
geçmişten ve gelecekten uzakta gibi ama bir taraftan da dünyanın, geçmişin ve
geleceğin tam da ortasında başbaşa bir adamla bir kadın yüreklerindeki yükleri
daha rahat kaldırmak için elele tutuşarak öylece durdular. Kıpırdasalar bütün
dengeleri kaybolacak gibi hiç ses çıkartmadan, birbirlerinin ellerinin
sıcaklığında kaybolarak öylece durdular..
...................
Pazartesi sabahı tam kapıdan
çıkarken Sarp Bey'e rastladı.
-Günaydın
Lerzan Hanım.
-Günaydın.
Hayırdır sabah sabah pek kalkmazsınız siz Sarp Bey.
-Hastaneye
gideceğim, bir çekap yaptırayım diyorum.
-Hastaneye
mi.
-Evet. Ya
siz.
-Ben de
öyle.
- A ne güzel
tesadüf birlikte gidelim o zaman.
-Hahaha bana
tesadüf gibi gelmedi pek ama.
-Nasıl
yani..
-Ne bileyim
Veysel seni arayıp onu getir..
Derken yüzü
acıyla buruştu.
-Lerzan
Hanım, iyi misiniz?
- İyiyim
iyiyim. Baş ağrısı başladı ara ara vuruyor da.
-Ne
sıklıkta?
-
Bilmiyorum. Önce haftada bir ikiydi ama şu anda günde bir kaç kere sanki.
-Neyse bir
an evvel gidelim de baksınlar size.
-Haklısınız..
Hastaneye
gittiklerinde Sarp Bey onu bırakmadı. Kan tahlili sonucunu beklerken Veysel
Bey'in odasından gelen tartışma seslerini duyuyorlardı.
-Baba sence
de bu iş fazla uzamadı mı? Dediklerinin hepsini yaptım artık sen de biraz beni
dinlemelisin.
- Dinleyeyim
de fikrim değişmeyecek bence.
-O zaman ona
dinlemek demiyoruz zaten.
-Hastalarım
geliyor artık bu konuşmaya sonra devam ederiz..
-Zaten
seninle konuşabilmek imkânsız..
-Alp, Alp..
Odadan
sinirle çıkan Alp Lerzan Hanım'la gözgöze gelince durakladı. Lerzan tam o
sırada diğerlerinden çok daha şiddetli bir ağrıyla yere yığılırken çevredeki
herkes ona doğru koşturmaya başladı. Alp kadını düşmeden yakalayarak
muayenehaneye alırken Sarp Bey böyle olmaması gerek böyle olmaması gerek diye
mırıldanarak peşinden gidiyor. Veysel Bey hemşireyi çağırıyor. Bütün bu
karmaşanın arasında kafasındaki herşey çorbaya dönen Lerzan yatırıldığı yerden
yarı uyur yarı uyanık sayıklıyordu..
- Oğlum
gelmiş. Oğlum gelmiş.Oğlum gelmiş. Oğlum gelmiş.
Üç adam
şaşkınlıkla birbirlerine baktılar bir anlığına.
-Sarp Bey,
Alp çıkın buradan. Lerzan Hanım, beni duyabiliyor musunuz, Lerzan Hanım.
...................
-Nasılsınız?
-İyiyim.
-Ağrı gelmedi hiç.
-Hayır ağrılarım bitti.
- İyi verdiğimiz serum işe yarıyor demek ki. Veysel Bey sabaha kadar sizden haber almamı istedi. Bu arada Metin Bey de uğradı. Sabaha gelecekmiş yeniden.
Başını salladı Lerzan. Çok yorgundu, uyumak istiyordu sadece.
Hemşire odadan çıkarken gözlerini kapattı.
Bir gökdelenin oldukça yüksek bir katında pencerenin önünde oturuyordu. Arkasından gelen ses yakınmaktaydı.
-Anne haydi babamı anlıyorum da sen bu işe nasıl kalkışıyorsun ona anlam veremiyorum.
-Ben de merak ettim.
-Neyi merak ettin, kimi seçeceğini mi?
- Ne demek istiyorsun, ne alakası var şimdi. Kimseyi seçtiğim yok benim.
-Valla babamın tek alakası o bence.
-Bilimsel bir çalışma bu..
-Anne bu çok riskli bir şey..
-Merak etme sen. Dediklerimi ayarladın mı?
Derken kolunu tutan bir elle uyandı.
-Rüya mı görüyordunuz?
-Evet, sıkıcı bir şeydi.
-Kalp atışlarınız hızlanınca ağrı olabilir mi diye geldim de hemen.
-Yok ağrımıyor başım. Sadece yorgunum.
Uzun gecenin ardından sabah erkenden odaya gelen Veysel Bey'in bakışlarıyla uyandı.
-İyi misin?
-Evet iyiyim.
-Bir müddet daha izlemeliyiz.
-Tamam.
-Ben..
-Şu anda konuşmak istemiyorum.. Akşama çıkabilir miyim.
-Bakalım duruma da. Tahliller yapılsın, sonra sıkı bir kahvaltı getirelim buraya.
-Oldu. Bir şey yiyebileceğimi sanmıyorum şu an gerçi.
-Yemelisin. Serum işe yaradı ama vücudun güçten düştü bayağı.
Bir şey demedi Lerzan. Düşüncelerine gömüldü.
-Dışarıda bekliyor içeri alayım mı?
- Ben.. Bilemiyorum. O nasıl?
-İyi. Kızgın ama iyi..
-Sanırım utanıyorum.
-Utanacak bir şey yok.
Başını salladı kadın.
-Onu unuttum.
-Onu ilk hatırladın...Unutmamana olanak yoktu zaten ama hatırlamaman için neredeyse her şeyi yapmıştık.
Az sonra içeri giren genç adama özlemle baktı Lerzan.
-Korkudan öldürdün beni anne.
- Üzgünüm canım. Gel sarıl bana kocaman.
Metin Bey geldiğinde odanın kapısından manzarayı görünce sessizce geri döndü.
-Senin ağladığını hiç görmemiştim.
- Ah, son zamanlarda çok ağlıyorum sanırım. Ve biliyor musun çok iyi geliyor.
-İyi misin şu anda?
-İyiymişim sanırım. Baban akşama kadar tetkiklere devam edecek. Akşama eve gitmeyi umut ediyorum.Sen dönüyor musun ?
-Evet dönmem gerekiyor artık. Sen ne zaman döneceksin.
- Bilmiyorum. Burada kalabilirim biraz daha.
- Arkadaş edinmişsin galiba.
- Hahaha babanın tek derdi odur eminim. Evet arkadaş edindim ama şimdi bu karmaşa da ona durumu nasıl anlatacağım bilmiyorum.
- Kendine çektiğin videoyu izletirsin.
- Benim hakkımda ne düşünecek kim bilir.
- Lerzan Hanım duygusala mı bağladınız ne.
-Sanırım ben değiştim biraz. Korkunç bir deneyimdi bu. Ters yüz etti.
- Sana çok riskli olduğunu söylemiştim anneciğim ama.. Neyse benim düşündüğüm risk bir daha hiç dönememendi.
-Dönememiş olabilirim.
-...
- Haydi sen git bakalım, uçağın ne zaman kalkıyor.
-Akşama.. Emanetlerini Sarp Amca'ya bıraktım.
- O nerde sahi.
-Dışarıda.
-Tamam. Sarıl bana gitmeden. Seni çok seviyorum Alp.
...................